1 Aralık 2014 Pazartesi

ONBEŞ



Sevgili dostum Ali, ON isimli yazımı okumasının ardından bana bir gerçeği hatırlattı: Şişli Terakki'ye başlayalı tam ONBEŞ yıl olmuştu!

Bunun üzerine bir deneme de Şişli Terakki şerefine yazacağıma söz verdim ve düşünmeye başladım. 15 yıl öncesinden bu güne, neler anlatabilirdim?

Şişli Terakki'de geçirdiğim 5 sene, tam tamına çocukluğumun ve ergenliğimin başlarına denk geliyor. 9 yaşında girip 14 yaşında çıkmak demek.

Bu öyle bir 5 yıl ki, son 15 yıllık hayatımda aklımın ermeye başlamasına rağmen, en az tasayla geçirdiğim 5 yıl anlamına geliyor. Daha LGS yok, ÖSS yok, ALES yok, TOEFL yok, vizeler finaller yok, iş bulma derdi yok.

En büyük dertlerimiz: En iyi arkadaş edinmek, en iyi arkadaşınla yeni oyunlar oynamak, teneffüslerde top oynamak. Bir de kız arkadaşın olsa ne ala!

Tabii o yaşların şartlarına göre hayat yine çok zordu: Matematik her dönem daha da zorlaşıyor, İngilizce dili tam anlamıyla hayatımıza giriyor, öte yandan Beden Eğitimi ve Müzik dersleri de herkes için öyle olmasa da en azından beni biraz zorluyordu.

Arkadaşlık ilişkileri de kolay sanılmasın, çatışma yaşanan en fena yaşlar! Her hafta ayrı küslükler ayrı barışmalar yaşanıyor, ittifaklar kuruluyor bozuluyor, dostlar birbirine giriyor ve hatta çeşitli kumpaslar kuruluyordu. İşin ilginci şuydu ki, hayatımızın en büyük amacı buydu gerçekten. Nasıl anlatsam, şu an ülkemizde olup bitenlerle, iş / okul hayatımızdaki günlük koşturmacalarımızla nasıl ilgileniyorsak ve hayatımızın merkezini nasıl teşkil ediyorlarsa, arkadaşlık ilişkileri de o zaman bizim için oydu.

Yine de bir gerçek vardı ki, başka hiçbir şey umrumuzda değildi! Lisede biraz daha olup bitenle ilgilenmeye, hayatı düşünmeye ve meslek seçimi konusunda endişelenmeye başlamıştık. İlkokul ve ortaokulda bu yoktu, gerçekten özgürdük! Kendi yarattığımız hayal dünyasında özgürdük, ve özgürlüğümüzü teneffüslerde doyasıya yaşıyorduk. Ne meslek, ne geçim derdi, ne politika. Sadece arkadaşlık ve oynadığımız oyunlar.

Yazımın bundan sonrasını yazımı okurlarsa o günlere geri dönmelerini sağlamak amacıyla iki bölüm halinde yazıyorum, ve sevgili Şişli Terakki'li dostlarıma adıyorum. Olayları anlatırken mümkün olduğunda kişi ismi vermedim çünkü o kadar çok kişiyle o kadar fazla anım var ki, hepsini anlatmaya kalksam buraya sığmaz. Bir tanesi bile eksik kalırsa yazmayı unuttuğum arkadaşıma ayıp olur. Umarım hepiniz şu anki hayatlarınızda çok mutlusunuzdur ve Şişli Terakki anılarımızı hafızanızda yaşatmaya devam ediyorsunuzdur!

İlkokul

4. sınıfta girdiğim ilkokulu 4H ve 5H sınıflarında tamamladım. Sınıfımız Şişli Terakki'ye benim gibi 4. sınıfta dahil olan arkadaşlarımdan oluşuyordu.

Ortaokul binası Etiler kampüsünün bizim binadan biraz üst tarafta bulunuyordu. Bizim binadan ortaokul binasına bakıp, mesleğinde yükselmek için diğer binaya geçmek isteyen bir çalışan gibi seyrettiğimi hatırlarım.

Özellikle 4. ve 5. sınıflarda yaşadığımız Pokemon furyasından bahsetmemek olmaz. İlk başlarda Pokemon kartımız yoktu, sadece tasolarımız ve yazıcıyla çıktı aldığımız Pokemon bilgi kağıtları vardı. Her kağıtta bir Pokemon ve açıklaması bulunurdu. O dönem israf ettiğimiz kağıt ve mürekkep miktarını tahmin bile edemezsiniz :D Yine de bizim için çok önemli ve kutsal kağıtlardı.

Hiçbir yerde bulunmayan Pokemon kartlarını, sonunda babama internetten sipariş verdirmeyi başardığımda ne mutlu olmuştum! Şu an Pokemon kartlarını satın aldığımız şirkette çalışıyor olmak bana ayrı bir mutluluk veriyor doğrusu. Çünkü çalıştığım şirketle çocukluğum arasında bir bağ kurmuş olmak beni işime daha çok bağlıyor.

Yemekhanede toplu yenilen yemekleri de es geçmemek gerek. Her sınıf öğretmeni sınıfının başında, toplu halde yemek yerdik. Öğretmenimizden ne kadar uzak oturuyorsak, o derece özgür hissederdik. İstediğimiz gibi yemek yer, yemez veya ortalığı dağıtırdık. Sayısız kere elmalı - karabiberli - sulu çorba karışımları yapıldığına şahit oldum :D

İngilizce dersleri hepimizi zorlasa da, Ayşenur öğretmenimizle yaptığımız dersler bizim için bir zevkti. Özellikle bize dinlettiği Beatles şarkılarıyla çok eğleniyorduk. Bir de şimdi adını unuttuğum bir çizgi film dizisi izlerdik ki, o da müthişti.

Not: Ayşenur öğretmenim çizgi filmin adını söyledi, ben de ekliyorum: Wallace & Gromit



Sınıf öğretmenimiz Neşe hocayı da çok seviyorduk, kendisi bize çok iyi davranırdı. Başka bir sınıfın sınıf öğretmenini gördükçe de halimize şükrederdik. Bu arada hoca dediğime bakmayın, ilkokulda ilk cümlemizin başı her zaman "öğretmenim!" idi.

İlkokulda oku - anlat ödevleri olurdu. Amaç önceki akşam evde okuduğun bir konuyu, sınıfta ezberden anlatmaktı. Hayatımın ilk büyük acılarını orada çektim. Okuduğum şeyler kafama girmiyor, uçup gidiyordu!

Bunların dışında 19 mayıs festivalleri de muhteşemdi. Ortaokulda da devam eden bu festivallerde, oyunlardan etkinliklere, yarışmalardan konserlere coşardık. Kendimizi okulun tek sahibi gibi hissederdik, çünkü dersler yoktu!

Ortaokul

Ortaokul yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Öncelikle, "öğretmenim" kelimesi yerini "hocam" kelimesine birdenbire bırakıverdi!

Lise - üniversite ayarında daha özgür bir hayat bizim için başlamıştı. Tiyatro, kompozisyon gibi çeşitli projeler yapma imkanımız oldu. İzcilik Kulübü ile 2-3 kere çeşitli gezilere katıldım, bu benim için bir ilkti. Müdür yardımcımız Suphi hoca ile tanıştım, onu öyle severdik ki! Bize ikinci bir baba gibiydi.

Ortaokul yemekhanesi de daha açık bir ortam haline gelmişti. İsteyen istediği masada yiyebiliyordu. Tepsiyi düşürüp tabakları kırdıysanız yandınız! Bütün yemekhane alkış sesleriyle inliyordu. Törenlerde mutlaka İstiklal Marşı'ndan önce Terakki Marşı okunuyordu. Ortalık "Terakki yoludur ilk hedefimissss" sesleriyle çınlıyordu.

Kız - erkek ilişkileri hayatımızda daha fazla yer kaplamaya başlamıştı. Bir dostumla sürekli "Ne olacak halimiz? Kızları anlamak çok zor!" diye dertleştiğimizi hatırlarım.

Başka bir dostumla ise hafta sonları Beşiktaş Valideçeşme'de buluşur, sahile inerdik. McDonalds'da bir şeyler yiyip dertleşir, sonra evlerimize dağılırdık. Bu benim için müthiş bir olaydı çünkü ilk defa kendi başıma evden çıkmaya başlamıştım.

Ortaokula geçmek demek, sınıfların karışması ve yepyeni arkadaşlarla tanışmamız anlamına geliyordu. Bu da yepyeni arkadaşlıkları ve "eski dost" kavramını doğuruyordu. Öyle ya, ilkokul biteli birkaç yıl olmuştu ve o zamandan tanıdıklarımız sözümona "eski" dost halini almıştı :D

O yıllar İstanbul'da şiddetli kar yağışlarının yaşandığı son yıllardı. Bunu nereden bilebilirdik? Yine de o yılların tadını doyasıya çıkardık. Kartopu meydan savaşları, bizim için müthiş bir zevkti. Teneffüs olur olmaz dışarı atlıyorduk. Hele öğle araları daha uzun olduğu için, müthiş kartopu savaşları yaşanıyordu. Bazı muzur arkadaşlarımız sınıfa kartopuyla çıkıp baskınlar yapmayı da ihmal etmiyordu.

Ek olarak aklıma gelen masa tenisi oyunlarımız ve envai çeşit futbol oyunlarımız var. Her katta bir masa tenisi masası bulunuyordu ve teneffüs olur olmaz masayı kapmak gerekiyordu. Masa kapmak için öğle yemeğini yemekhane yerine kantinden yiyenler bile vardı. Herkesin bir masa tenisi raketi olurdu ve herkes en iyi raketi edinmeye çalışırdı. Defansif, ofansif ağırlıklı raketler ve masa tenisi topları hakkında konuşur dururduk. Topları çatlatana kadar kıran kırana maçlar yapardık. Ayrıca her boyut ve çeşitte futbol toplarıyla kendimizi dışarı atar, en kısa teneffüste bile ya maç yapar ya 9 aylık oynardık.

Bir de ortaokulun ilk yılındaki 2002 dünya kupası maçlarını, okulun tiyatro salonunda bütün arkadaşlarla birlikte izleyişimizi unutamam. Üst sıradan alt sıraya, sağdan sola nasıl tezahüratlar yapmıştık. Sesimiz kısılana kadar bağırdığımız o maçlarda, tribünden fazla ses yaptığımızı tahmin ediyorum. O küçük yaşımızda maç akşam saatlerde olsa kimse arkadaşıyla buluşup maçı izleyemeyeceği için, yaşadığımız o anılar benim için olağanüstü gelmişti.

Daha neler neler vardır fakat aklıma gelenler bunlar oldu. Yazımı Ayşenur öğretmenimizin bize dinlettiği Beatles - Love Me Do ile tamamlıyorum!




2009 yılında kaybettiğimiz sevgili dostum Erkin Aslantürk'ü de bu yazı aracılığıyla özlemle anıyorum. Keşke gitmeseydin Erkin.


0 yorum:

Yorum Gönder